25.12.2018
Değerli dostlar,
İnsan olarak yaşadığımız çağda şahit olduklarımız bizleri çoğu zaman derin üzüntü ve utanca boğuyor. Bir tarafta medeniyetin temsilcisi iddiasında bulunan, elde ettiği teknoloji ve bilimsel birikimi kendileri dışında kalan dünya için sömürü, kan, gözyaşı ve savaşlara dönüştürenler, diğer tarafta insanlık için kurtuluş umudu olan insanların her an yeniden filizlenen umut ve direnişleri.
Yaşadığımız coğrafya ve sahip olduğumuz tarihsel birikim bizlere önemli bir sorumluluk yüklüyor. Sahip olduğumuz değerler; her insanın insanca yaşama hakkına sahip olduğu, çevrenin ve arzın mamur olduğu bir dünya için çalışmamız gerektiğini bize anlatıyor.
Bugün batı medeniyet veya uygarlığı, kendi dışındakilere; ilkel, primitif, barbar, medenileştirilmesi gerekenler gözüyle bakıyor ve kendileri için kurdukları refah düzenine, bu ilkel insanların girmesine izin vermiyor. Kendi medeniyetlerine ve düzenlerine hizmet edebilecek, kendilerince nitelikli insanları seçip alıyor ve gerisinin denizde boğulması, konvansiyonel veya kimyasal silahlarla yok edilmesine hem destek olabiliyor hem de göz yumabiliyor. Adeta, Akif’in yüz yıl önceden söylediği “medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar” ifadesinin; batının kurduğu hegamonik kültür tarafından sarsıcı bir şekilde haykırışlarına şahitlik ediyoruz.
Son birkaç asırda baş döndürücü bir hızla değişim ve dönüşüm gösteren insanlığın bu dönüşümünde elbette en belirleyici kesimlerin başında akademiya gelmektedir. Tarihte; insanlığa ilmin, bilimin ve irfanın zirvesini yaşatan Müslüman ilim adamları; bugün çoğunlukla unvan ve makam mücadelesi veren, kendi bireysel, bölgesel ve ailesel sorunları içinde kaybolan memur ve işçilere dönüşmüşlerdir.
Batı dünyasına nispetle özgüvenimizi yitirmemizin sebeplerinden birisi, onların sahip oldukları teknolojik yatırım ve kazanımlardır. Bu kazanımların arka planı irdelendiğinde, felsefi düzeyde yaşadıkları köklü değişimler görülecektir.
Bizim, yeniliğe ve değişen şartlara göre düşünsel ve pratik anlamda yeni bakış açıları geliştirmemiz, bilim-ilim adamlarımızın özgüvenini ve şevkini tazeleyecektir.
Akademisyen, ait olduğu medeniyetin özgün kültürünü ve bilgisini; kendi gençliğine, geleceğin aydınına, ilim adamına geliştirerek aktaran en önemli unsur olduğunun bilincinde olmalıdır. Bu bilinç, hem İslam medeniyetinin ihyası edilmesine hem de yeni bir inşa için gerekli malzemelerin teminine katkı sunmalıdır.
Akademisyen; toplumu idare edecek idarecileri, kendi medeniyet değerlerine göre yetiştirip, onların bu yönde olgunlaşmasını sağlayan ana unsurdur. Akademisyen; sosyal hayatın tüm alanlarını (İktisat, sosyoloji, felsefe, siyaset, psikoloji, işletme, tıp, eğitim…) kendi medeniyet değerlerine göre şekillendiren, bu yönde bilgi üreten ve buna göre insan yetiştiren unsurdur.
Akademisyen, başka medeniyetlerin düşünce yöntemi ile kendi toplumunun düşünen insanını, gençlerini, eğitimcilerini, idarecilerini yetiştirmeye başlarsa “sosyal düşünce” üzerinden taklitçi, teslimiyetçi toplumu oluşturan en önemli amil durumuna düşebilir. Bundan dolayı Akademisyen; “özgün bir medeniyet düşüncesi” üzerinden ihya ve inşada en temel görevi yapan noktada olmalıdır.
Üniversitelerimizin Diplomalı Mezun yetiştirme kurumlarından çıkıp; ilim, bilim üreten, model insan yetiştiren merkezlere dönüşmesi gerekir.
Günümüzde akademik camianın, yapısal ve zihni birçok açmazı vardır. Bunların başında özgüven sorunu gelmektedir. Medeniyet inşasında ilim adamlarımızın kendi rolünü, sorumluluğunu yeterince üstlenememe sorunu bulunmaktadır. Toplumun sorunlarına çözüm önerileri sunması gereken akademisyenlerin unvan ve makam mücadelesi vardır. İslam dünyasında, düşünce ve eylem pratiğinde; üretkenliğin yeniden ikamesi için dağınık halde bulunan akademyanın derlenip toparlanmasına ve yarınlara kılavuzluk etmesine ihtiyaç vardır.
Kendi iç hesaplaşmasını yapmamış, iç dengelerini kurmamış bir insanın çevresine ve dünyaya vereceği bir şey olmaz.
Kendi çevremizden başlayarak istikrar ve huzur adacıklarımızı genişletmeliyiz. Toplumla ilişkimizi kadim ilkeler; tevhid, adalet, özgürlük, kardeşlik ve sevgi üzerinde geliştirmeliyiz. Özgürlüğün başıboşluk, serkeşlik olmadığını; hakikatten kaçıp geçici ve basit şeylerin esiri olmanın özgürlük olmadığını hem yaşamalı, hem de haykırmalıyız.
Her imkân bir imtihandır. Gözü, kulağı, ilmi ve emeği olan bundan hesap verecektir. İlim adamları olarak bizlerin makro planda hedefleri olmalı. Ve her birimizin üzerine vazife bildiği bireysel hedefleri olmalı. Organize ve sistemli olarak güne, yıla, mevsime, bölgeye, meseleye özgü hedeflerimiz olmalı. Ve bu hedeflerin gerçekleşmesi için çalışmalıyız. Zafere götürmeyen sefer, hedefe götürmeyen yol vakit, varlık ve mazlumun hakkının israfıdır.
Özellikle batı medeniyetinin kendisini tahkim edip hâkim konuma geçtiği son 300 yılda, coğrafyamızdaki sorunlara sunulan reçetelerin ve İslam ülkelerinin, her birinin kendine özgü toplumsal pratiklerinin iyi analiz edilmesi gerekir. Ortaya konulan tüm bu pratiklerin muhasebesinin yapılması ve bugün ile geleceğin inşası için makul tekliflerin sunulması gerekir.
İşte bu noktada HAKAD bir imkan olarak durmaktadır. Kuruluşumuzdan bu yana geçen 3 yılda Türkiye ve Dünya çok hızlı bir değişim süreci geçirmiştir. Bu değişimi doğru okuyan akademisyenlerimizle, ilim ve bilim adamlarımızla birlikte bu misyonu ihya edecek projeler geliştirmek ve geleceğe umutla bakmak istiyoruz.
HAKAD YK Başkanı
Davut AKDUMAN