Akademiya Kendi Ontolojisine Dönmelidir

27.12.2018

 

Ontoloji, varlık bilim olarak ifade edilir. Felsefi bir kavram olan ontoloji, varlığın mahiyetini izah eder. Başka bir ifadeyle varlığın bilgi, ahlak ya da başka bir şeye konu olmasından önceki durumunu konu edinir. Varlığın asli formunu ele aldığından olsa gerek, ontolojiyi başka olguları açıklamak için de kullanırız. O durumda bir şeyin ontolojisi, o şeyin başka bir şey olmadan önceki otantik halini ifade etmiş olur. Ele aldığımız herhangi bir konu, kurum ya da problemin ontolojisi çözümlenmeden o hususta bir sonuca ulaşmak mümkün değildir.

Akademiyanın da bir ontolojisi vardır ki ontoloji burada, akademik kurumların, teşekküllerin ya da teşebbüslerin ortaya çıkmasını sağlayan asli ve gerçekçi neden olarak görülebilir. Akademisyenlerin var oluş gerekçelerini açıklayan bu neden, diğer bütün akademik faaliyetlerin hem kaynağı hem de motivasyonudur.

İslam düşüncesi açısından bakıldığında akademiyanın ontolojisini, her bir insanın varoluşsal olarak barındırdığı hasletlerden bağımsız göremeyiz. Tam da burada, insanı diğer varlıklardan farklı kılan iki özelliğin akıl ve ahlak olduğunu hatırlamak önem arz eder. Düşünme, tefekkür etme ve muhakeme melekesi akıl yetisine; sorumluluk ise ahlaki bir varlık olmaya açıklık kazandırır. Akademiya, insanda temerküz eden bu iki yetinin kurumsal bir form içinde gelişebileceği bir ortam sunar. Buna göre akademiyanın ontolojisini belirleyen iki temel nitelik, entelektüel faaliyet ve ahlaki sorumluluktur.

Entelektüel faaliyet ile ahlaki sorumluluk arasında bir karşıtlık değil uyum vardır. Ne entelektüel faaliyet ahlaki sorumluluklardan azade olmayı gerektirir; ne de ahlaki sorumluluk entelektüel faaliyetleri ertelemeyi ya da sınırlandırmayı gerekli kılar. Çünkü insanın yetileri arasında gördüğümüz eş güdüm, bu yetileri kurumsal ya da örgütlü faaliyetlere tahvil ettiğimiz zeminler için de geçerlidir.

Akademiyanın bu iki niteliğinin yeterince açıklığa kavuşturulması, aşağıdaki iki sorunun yanıtlanmasıyla mümkün olabilir. Birincisi, entelektüel faaliyetin mahiyeti ve işlevi nedir? İkincisi, ahlaki sorumluluğun yönü ne olacaktır?

Birinci soruyu cevaplamak için İslam düşüncesinin biri teorik diğeri pratik iki ilim dalının gaye teorilerini hatırlamak yararlı olacaktır. Teorik bir bilim olan Kelam ilmine göre fiillerin nihai gayesi salahtır. Pratik bir ilim olan İslam hukukuna (Fıkıh) göre ise hükümlerin nihai gayesi maslahattır. Aslında her iki kavram da aynı kökten gelmekte ve Türkçede yarar/fayda kelimesiyle karşılık bulmaktadır. Gaye teorilerini Kur’an’ın ve sünnetin ilgili naslarına dayandıran bu iki ilim dalının, aynı düzlemi kullandıkları görülmektedir. O halde İslam düşüncesinin,  teorik ve pratik bütün insani edimlerin ilkesel olarak bir yararla ilişkili olması gerektiği sonucuna vardığı söylenebilir.

Buna göre ister teoriyle isterse pratikle ilgili olsun akademik faaliyetlerin tamamı bir yarar etrafında dönmelidir. Elbette burada yarar, pozitivizmin ve pragmatizmin tasavvur ettiği anlamı ifade etmez. Bireye, topluma, tabiata ya da geleceğe maddi ya da manevi hiçbir fayda getirmeyen herhangi bir faaliyet ontolojik zeminini kaybetmiştir. Bu çerçevede akademisyenlerimizin ilmi faaliyetleriyle ilgili olarak sorabilecekleri soru şudur: Entelektüel faaliyetlerim kime/neye nasıl bir yarar üretmektedir?

İkinci soruyu cevaplamanın gereksiz olduğu düşünülebilir. Zira ahlaki sorumluluğun yönünü dürüstlük, tutarlılık, adalet gibi değerlerle açıklamak mümkündür.  Ancak bu sefer de bu değerleri neye göre, niçin ve nasıl benimseyebileceğimiz sorusuyla karşılaşırız. O halde ahlaki sorumluluğun sözünü ettiğimiz ikincil sorulara cevap verebilmesi için metafizik bir referansa başvurmak durumundayız.

İslam düşüncesinde ahlak, dinle ilişkilendirilmiştir. Ancak din, temel insani değerlerle örtüşmeyen bir ahlaki öğretiyi dayatmaz. İslam’ın ahlak öğretisi, insanın fıtratından beslenen psiko-ontolojik bir zemine dayanır. Nitekim ahlak kelimesi, yaratılış anlamındaki kelimeyle (hulk) aynı kökten gelir ve insanın doğasına en uygun tutum ve davranışı iradi olarak gerçekleştirmesini ifade eder. Buna göre din, insanın bütün beşeri faaliyetlerini kavrayacak bir genişlik için nasıl bir ahlaki bütünlük oluşturması gerektiğini bildirir.

O halde kendisini İslam medeniyetine mensup hisseden herhangi bir akademisyen, entelektüel faaliyetlerinin merkezine dini-ahlaki dünya görüşünü almak durumundadır. Din ve ahlak, entelektüel faaliyetleri sınırlamaz; bilakis yeni alanlar gösterir, misyon belirler, motive eder.

Entelektüel faaliyetlerde ahlak için bir miyar kabul edilecekse, muhtemelen bu, ürettiği bilginin üreten kişide bir şahsiyet bozukluğu ortaya çıkaracak temayüller oluşturmamasıdır. Aslında birer işaret (âyet) olan bilgi nesnelerini ilk keşfeden olmak, işaret sahibinin gösterdiği yöne daha yakın olmayı sağladığı için kibri değil, şükrü gerektirir. O halde entelektüel faaliyetin birinci vasfı olarak tevazu gösterilebilir. Sahih ve objektif kriterlerle üretilen bilginin doğru bir şekilde paylaşılması, meşru ölçüler içinde kullanıma açılması, güç, makam ya da başka bir çıkar uğruna araçsallaştırılmaması, entelektüel faaliyetin diğer ahlaki değerleri olarak görülebilir. Yine entelektüel faaliyetler, İslam’ın ahlaki öğretisinde merkezi yer teşkil eden, birey için özgürlük, toplum için adalet ilkelerini vazgeçilmez esaslar olarak görmelidir.

Bu çerçevede akademisyenlerimizin ahlaki tutumlarıyla ilgili olarak sorabilecekleri sorular şunlardır: Entelektüel faaliyetlerimin, dini-ahlaki referans çerçevesi nedir? Entelektüel faaliyetlerim, ahlaki asaleti inşa etme ve sorumlu bir birey olma yolunda nasıl bir dönüşüm sağlamaktadır?

O halde entelektüel derinlik ve ahlaki tutarlılık, akademik faaliyetlere meşruiyet kazandıran iki ontolojik unsurdur. Ancak akademik faaliyetlerin sadece akademisyenle sınırlı olmadığı bilinmektedir.  Başta üniversiteler olmak üzere akademik faaliyetlerin gerçekleştiği kurumlar olmadan akademiya mefhumu oluşmadığına göre, akademisyenler için zaruri gördüğümüz bu iki niteliğin akademik kurumlar tarafından da benimsenmesi gerekir. Bu bağlamda akademik kurumlar, akademik birimlerin ilgi alanına giren hususlarda nitelikli araştırmalarda bulunmalarını sağlayacak her türlü donanımı ve ortamı sunmakla mükelleftirler. Yine akademik kurumlar, akademisyenlerin kendileri ve ürettikleriyle ahlaki anlamda çelişmeyecekleri bir özgürlük ortamı sunmak zorundadırlar. Akademik kurumlar, akademik faaliyetler için bir tehdit ya da tedip unsuru değil, teşvik ve taltif unsuru olmalıdırlar.

Akademisyenlerle akademik kurumların, entelektüel derinlik ve ahlaki tutarlılık ilkeleri etrafında oluşturacağı bir akademia, sadece ülkemizin birçok sorununun çözülmesine öncülük etmeyecek, aynı zamanda bölgemiz ve bütün insanlık için çığır açıcı bir model oluşturacaktır.

HAKAD YK Başkan Yardımcısı

Mahsum AYTEPE

maytepe49@gmail.com